Efnan Atmaca – Salona giriyorsunuz sahnede genç bir kadın tek başına. Size öyle bir öykü anlatıyor ki onunla birlikte gülüp onunla birlikte ağlıyorsunuz. Bir kız çocuğunun depresyon ve antidepresanlar arasına sıkışmış hikâyesi… Bazen başına bazen sonuna gidiyorsunuz yaşananların. Dilara Vural’ın muhteşem performansı hikâyeyi daha da çekici kılıyor. Onu seyretmek umut veriyor. Hem seyirci takdiri var arkasında hem de iki yıl üst üste gelen Afife Jale Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı adaylığı. Sözü fazla uzatmadan Dilara Vural’la tanışmanızı isterim.
İlk olarak iki yıl üst üste Afife adaylığınızla başlayalım. Böyle bir ödüle aday gösterilmek nasıl bir motivasyon oluyor? Ödüllere inananlardan mısınız yoksa en büyük ödül alkış mı diye düşünürsünüz?
■ Geçen sene Fact Tiyatro’yu kurarken bunların olabileceğini düşünmemiştim bile. Türkiye’nin en prestijli tiyatro ödül töreninde, hep hayalini kurduğunuz o yerde aday olmak, hem de dediğiniz gibi iki yıl üst üste aynı dalda aday olmak oldukça mutluluk verici.
Ödül bu işin en gözle görünür tescili elbette ve gerçekten çok da motive edici, görünür kılıcı ama ödülden ziyade salonlarımızın dolması, genç bir tiyatronun seyirci kitlesinin oluşması ve kendi tarzımızda yaptığımız işlerin sevilip değer görmesi benim için en büyük ödül! Takdir edersiniz ki günümüzde artık bilindik bir oyuncu oynamadan genç tiyatro ekiplerinin salonlarını doldurması o kadar zor ki. “Sendrom” bu anlamda bizim tiyatromuzun uğuru ve umudu oldu.
“Sendrom” çok farklı bir oyun. Sahnedeki karakterin hayatını geri ve ileri sararak oynuyorsunuz…
■ “Sendrom” yazılırken de prova sürecinde de aslında bu kadar zor olduğunu görememiştim. Geçen sezon da aynı şeyleri söylemiştim fakat bu sefer sahnede tek başına olmak beni oldukça farklı deneyimlere sürükledi. Aslında aklımın ucunda yoktu tek kişilik bir şey yapmak, hele bu yaşta. Ekibimin bana inancı sayesinde yine kendimi provada buldum. Her oyunda seyirciler aslında benim partnerlerim ve 75 dakika boyunca onlarla ilişki içerisinde olduğum, onlara hikâyelerimi anlatıp anılarımı paylaştığım bir yolculuktayım. Çok zor ama inanılmaz geliştirici! Aynı zamanda gelen seyircilerimizle birlikte aynı hisleri paylaştığım bazı özel anlar var, en güzel tarafı da o.
Ama tabii bunlar olurken de, içerde bir yerlerde, benim için çok zor bir oyun. Çünkü yazılan her şeyi o kadar içimde hissediyorum ki şimdiden saçlarım beyazladı. Birini kaybetmenin verdiği acıyla kurduğum empati sanırım bu oyunda benim hassas karnım. Çünkü ailemle çok bağlı bir ilişkim var. Sanırım bu yüzden oyun beni, okurken de oynarken de fazlasıyla etkiliyor. Ve oyunu çok seviyorum.
Canlandırdığınız karakter çocukluk travmalarının getirdiği ağır depresyonlarla boğuşmak zorunda kalıyor. Çok mu yükleniyoruz çocukluklara yoksa yeni yeni mi yüzleşmeyi öğreniyoruz travmalarla?
■ Bizler travmalarımızın travma olduğunun farkında bile olmadan yaşıyoruz bazen. Yeni yeni yüzleşiyoruz. Yüzleştiğimizdeyse ne yapacağımızı bilmiyoruz. Ve kendimizi bir anda bu travmaların bizi ittiği yoğun bir depresyonla baş başa kalmış vaziyette bulabiliyoruz. Buradaysa devreye sizi yönlendirecek biri giriyor sanırım. Çünkü depresyondasın ve hareket edemiyorsun. Ve kendine çoğu zaman bunu söyleyemiyorsun da. Sizi yönlendiren kişi burada önem kazanıyor. Bizim oyunumuzda, sadece hiperaktif bir çocuk olduğu ve çocukça bir kavgaya karıştığı için annesi tarafından doktora götürülmüş ve küçük yaşta antidepresanlara başlatılmış bir kız çocuğunun hikâyesi var. Sizi oraya götüren de, gittiğinizde karşınızda duran doktorun niteliği de büyük önem kazanıyor. Aksi hâlde koca bir hayata mal olabiliyor alınan bir karar. Bu konu gerçekten oldukça titizlik gerektiren ve beni ürküten bir konu… Alınan her bir kararın kişi için çok büyük önemi olduğuna inanıyorum. Çok dikkat edilmesi gerektiğini ve önem arz ettiğini düşünüyorum.
‘Hatırlanmak hayata bağlıyor’
Oyundaki unutmak ile hatırlamak tahterevallisi çok vurucu. Unutmak mı daha kolay bağlıyor hayata yoksa hatırlamak mı?
■ Unutmak bana göre hiç kolay değil, ben hiç öyle biri olamadım ve bu özelliğimi de hiç sevmem. Keşke bazen bazı şeyleri unutabilsem demişliğim oluyor. Hatırlamak hem büyük bir ceza hem de büyük bir armağan, derler ya bu girdap kesinlikle doğru… Unutmak mı hatırlamak mı hayata bağlıyor konusundaysa, sanırım hatırlanmak daha doğrusu ilerde bir gün bir yerlerde anılmak, ben hissetsem de hissetmesem de, sanırım beni hayata daha çok bağlıyor.
Benim için insan, iki ayakları üzerine sabitlenmiş boş bir tabut ve hayat boyunca yaptığımız tek şeyse bu tabuta hikâyeler toplamak, doldurmak, biriktirmek. Hikâyelerinizi biriktirdikçe ve doldurdukça o tabut ağırlaşıyor ve toprağa düşüyor. Sonra belki o toprağa biri geliyor, bir ağaç ekiyor, bir elma ağacı ve sonra o ağaç büyüyor ve siz toprağa düşen hikâyelerinizle o ağacın gövdesinde dolanmaya başlıyorsunuz, dallarına, yapraklarına ve elmanın kılcal damarlarına kadar giriyorsunuz hikâyelerinizle. Ve düşünün ki sonra bir çocuk geliyor, o elmayı dalından koparıyor, hikâyelerinizle dolu olan o elmayı, ve ısırıyor onu! Hem de en can alıcı hikâyenizden! İşte hatırlanmak bana böyle umut dolu geliyor. Sanırım bunun yüzünden ne kadar acı verse de bazen hatırlamak ve ilerde bir gün hatırlanmak beni hayata daha çok bağlıyor.